Erken menopoz olarak adlandırılan premature ovarian failure (POF) 40 yaşından önce adetlerin kesilmesidir.
Yüz kadından birinde rastlanmaktadır.30 yaşın altında görülme sıklığı 1000’de birdir.
POF’a genetik, enzimatik, otoimmün veya viral sebepler, yumurtalıklara yapılan operasyonlar, kemoterapi veya radyoterapi neden olabilir. Ancak altta yatan hastalığın teşhis ve tedavisinin sorunu düzelteceğine dair kanıt yoktur.
Klasik menopozda yumurtalar tükendiği için geriye dönüş yoktur. Erken menopozlu hastalarda yapılan incelemeler ise yarısının yumurtalıklarında halen yumurta bulunduğunu göstermiştir. Bu yumurtalar yıllar sonra kendiliğinden büyüyebilmekte, erken menopoza girmiş olan her 4 – 5 kadından birinde adetler tekrar başlamaktadır. Hastaların %5-10’unda kendiliğinden gebelikler olmaktadır.
Menopozun söz konusu olduğu süreçte, kadının kendi yumurtası ile tüp bebek uygulanamaz. Bu hastalar donasyon yani yumurta bağışından faydalanabilirler. Burada başkasından alınan yumurta, tüp bebek yöntemleri kullanılarak erkeğin spermi ile döllendirilip oluşan embriyolar kadının rahmine nakledilmektedir. Ülkemizde yasal izin olmadığı için bu uygulama yapılmamaktadır.
Menopozun kısa ve uzun vadeli etkilerinden korunmak için hormon tedavisi önerilir. Bu tedavinin yumurtlama ve oluşabilecek gebelik üzerine olumsuz etkisi yoktur. Adet görülmezse test yapıp ilacı kesmek yeterlidir.
Menopoz kelime anlamı olarak adetlerin durması demektir.
Adet görülmesini sağlayan hormonlar, östrojen ve progesteron, her ay büyümeye başlayıp çatlayan yumurtalar tarafından salgılanırlar. Yaşla birlikte yumurtalar tükenince hormon salgısı ve dolayısıyla adetler durur.
Kadınlar belli sayıda yumurta ile doğarlar. Erkeklerdeki sperm gibi yenileri yapılmaz. Her ay yüzlercesi büyümeye başlar, bir tanesi olgunlaşıp çatlarken, diğerleri yok olur. Bu tükenme süreci, aylık döngüden bile bağımsız olarak işler. Hatta yumurtalar kız bebek daha annesinin karnındayken tükenmeye başlar; bebeklikte, ergenlikte, gebelikte, korunmak için doğum kontrol hapı kullanılırken özetle her an devam eder.
Ortalama menopoz yaşı 51’dir. Genellikle birdenbire yerleşmez, bir geçiş süreci yaşanır. Bu dönem 2–8 yıl sürer ve adet düzensizlikleri ile kendini gösterir. Önceleri sıklaşmaya başlayan adet araları, sona doğru uzar.
Anneler ve kızları genellikle aynı yaşta menopoza girerler. Normalin altında gıda alan aşırı zayıf kadınların ve vejeteryanların daha erken menopoza girdiğine dair deliller vardır. Sigara içen kadınlar ortalama 1,5 yıl daha erken menopoza girerler. İlk adet yaşı, ırk ve doğum sayısı ile menopoz yaşı arasında bağlantı yoktur.
Kadınların %1’i ise 40 yaşından önce menopoza girer. Bu durum erken menopoz olarak tanımlanır. Bu konu ilgili başlıkta anlatılmıştır.
Vücuttaki östrojen eksikliğinin bazı fiziksel sonuçları vardır:
– Sıcak basmaları: Kadınların %75 – 80’inde görülür. Çoğunlukla 1 – 2 yılda geçer, nadiren 5 yıldan fazla sürebilir. 2 – 6 dakika sürer, terleme ve çarpıntı eşlik edebilir. Günde bir kez veya 15 kereden fazla olabilir. Östrojen eksikliğinin ruh sağlığı üzerine kanıtlanmış direk bir etkisi yoktur ama sıcak basmaları nedeni ile uykuların bozulması ertesi günün performansını ve günlük olaylarla baş edilmesini olumsuz yönde etkiler.
– Kemik erimesi: Amerika’daki araştırmalara göre kadınların %13-18’inde görülür. İlerlediğinde kendiliğinden kırıklar olabilir. Çok yaşlılarda ölümle sonuçlanabilir.
– Atrofik değişiklikler: Vajina girişi mukoza adı verilen bir doku ile kaplıdır. Östrojene duyarlı olan bu doku incelir ve kurur. İlişkide ağrı, kaşıntı ve darlığa neden olur. Aynı nedenle idrar yollarına bağlı şikayetler gelişir. Bunlar yanma, idrar kaçırma, sık idrara çıkma şeklinde görülür.
– Kalp / Damar hastalıkları: Östrojenin kalp krizine karşı koruyucu etkisi vardır. Menopozdan önce kadınların erkeklere göre 20 yıl avantajı vardır. Bu etki muhtemelen östrojen hormonunun kolesterol seviyeleri üzerindeki olumlu etkisine bağlıdır. Ancak menopozdan sonra bu avantaj kaybolur. 60 yaşına gelindiğinde zararlı kolesterol düzeyleri kadınlarda daha yüksektir.
Menopozda hormon desteği ile ilgili ilk yıllardaki heyecan yerini temkinli seçimlere bırakmıştır. Yaşam kalitesini arttırdığı ve yukarıdaki sekelleri engellediği için kullanılan bu hormonların yan etkilerinin de ciddi boyutta olabildiği görülmüştür. Son yıllarda yapılan geniş bir çalışma meme kanseri, kalp krizi, inme gibi komplikasyonların beklenenden fazla olması nedeni ile durdurulmuştur. WHI çalışması olarak anılan bu verilerden sonra dünyada menopozal hormon desteği reçetelerinde çok ciddi bir düşüş olmuştur. Çalışma incelendiğinde eleştirilecek birçok yanının da olduğu görülmekte ve konu ile ilgili araştırma ve tartışmalar devam etmektedir.
Tıpta bir tedavi başlatılırken, beklenen faydanın olası yan etkilere göre fazla olması beklenir. Günümüzdeki yaklaşım, menopozda hormon desteğinin kadının şikayetleri ve risk faktörlerinin gerektirmesi durumunda verilmesi yönündedir.
Akciğer tüberkülozu gelişmemiş ülkelerde halen yaygın bir problemdir. Bu mikrop on hastadan birinde kadın üreme organlarına da yerleşmektedir. Yayılma hastalığın ilk 1 yılı içinde kan yoluyla olur. Genellikle önce tüplere yerleşir. Buradan rahim, rahim içi (endometrium), yumurtalık ve bu bölgeyi saran zarlara (periton) yayılabilir. Çok nadir olarak mikrobu taşıyan partnerden epididimit varsa, cinsel ilişkiyle direk bulaşma da olabilir.
Hastalık, genellikle, sinsi bir seyir gösterir. Akciğerle ilgili şikayetleri geçen kadın yıllar hatta 10 yıllar sonra bu problemle karşılaşabilir. Genellikle kısırlık nedeni ile yapılan rahim içi biopsileri ya da laparoskopide farkedilir. Bazen kasık ağrısı, adet düzensizliği, halsizlik yapar. O kadar şiddetli olmasa da pelvik iltihaplanmaları taklit edebilir. Daha çok 20-30’lu yaşlarda rastlanır ama menopozdan sonra da görülebilir.
Tanı, rahim içinden alınan biopsinin patolojik ve mikrobiyolojik incelemesi ile konur. Yeni teşhis metodu biopside mycobacterium tuberkulozise özgü genlerin tespit edilmesidir.
Tedavide 18-24 ay, 3’lü veya 4’lü antibiotikler kullanılır. Bazen iltihaplı dokuların ameliyatla çıkarılması gerekebilir. Çocuk sahibi olamayanlarda tüp bebek denenebilir. Tüplerin ve rahim içinin durumu başarıyı etkileyen en önemli faktörlerdir.
Prolaktin beyindeki hipofiz bezinden salgılanan, esas görevi süt yapımını sağlamak olan bir hormondur. Hiperprolaktinemi, kandaki prolaktin düzeyinin yüksek olması demektir.
Genellikle idiopatikdir, yani sebebi bilinmez. Bunun dışında sık rastlanan 3 sebep, hipofiz bezindeki küçük adenomlar (genellikle zararsız olan, iyi huylu bir tümördür), hipotiroidi ve ilaç kullanımıdır. Travma, stres, infeksiyonlar da prolaktin düzeyini yükseltir.
Hiperpolaktinemisi olan kadın, adet düzensizlikleri, adet görememe, memelerden süt gelmesi ya da çocuk sahibi olamama şikayeti ile başvurabilir. Böbreküstü bezlerini uyardığından tüylenme, sivilce, ciltte yağlanma da yapabilir. Hipofizde büyük bir kitle varsa baş ağrısına neden olur.
Prolaktin kandaki seviyesi günde 13 – 15 kez yükselmeler yapan, dinamik bir hormondur. İlk yüksek tespit edildiğinde hemen ilaç tedavisi verilmez, test tekrar edilir. Yemek, stres, egzersiz, meme muayenesi ve cinsel ilişkinin prolaktin seviyesini geçici olarak yükseltmiş olabileceği hesaba katılmalıdır.
Prolaktin seviyesi çok yüksekse veya düşmüyorsa radyografik muayenelerle adenom varlığı araştırılmalıdır.
Hiçbir şikayeti, hipofiz adenomu ve çocuk arzusu olmayan hastaların tedavi edilmesi şart değildir.
Tedavi gerektiğinde parlodel, doperjin, dostinex gibi tabletler kullanılır. Dostinex haftada 1-2 kez alınır ve yan etkisi oldukça azdır. Büyük bir tümör varsa operasyon veya radyoterapi gerekebilir.
Endometrium rahim içini döşeyen özel bir tabakadır. Her ay kalınlaşarak hazır hale gelir ve embriyonun bu tabakaya tutunması ile gebelik başlar. Aksi takdirde adet kanaması şeklinde dökülür.
Endometrium dokusunun, doğal yeri olan rahim içi dışında, başka bir yerde bulunmasına “Endometriozis” adı verilir.
Nasıl yayıldığı ile ilgili çok sayıda teori vardır yani tam olarak bilinmemektedir.
En sık yumurtalıklar ve kanallarda görülmekle birlikte bağırsak, idrar kesesi gibi komşu organlarda, nadiren de akciğer, göz gibi uzak organlarda görülüp hasar ve şikayetler yaratabilir.
Endometriozis hastaları doktora en çok şu şikayetlerle başvururlar:
– Kasık ağrısı,
– Adet sancısı,
– İlişkide ağrı,
– Gebe kalamama.
Hastalığın ciddiyeti bulunduğu yere ve yaygınlığına bağlıdır.
Şikayetler ve muayene bulguları doktorunuzun endometriozisten şüphelenmesini sağlar. Küçük lezyonlar ultrasonla görülemezken, yumurtalıklarda kist oluşturanlar kolaylıkla görülebilir. Bunlara endometrioma (çikolata kisti) adı verilir. Kesin tanı laparoskopi veya laparotomi ile alınan dokunun patolojik incelemesi ile konulur.
Tedavinin gerekip gerekmediği veya tedavinin şekli hastanın şikayetlerine, eğer varsa kistin büyüklüğüne, infertilite sorununun olup olmamasına, gelecekte çocuk arzusu olup olmamasına, eğer varsa ağrıların şiddetine bağlıdır.
Genel olarak medikal ve operatif tedavi seçenekleri vardır.
Cerrahi tedavi iyi seçilmiş hasta grubunda uygulanmalıdır. Daha çok ağrı şikayeti ile gelenlerde veya karnında büyük bir kitle halinde çikolata kisti olanlarda tercih edilir. Cerrahi için laparoskopi seçkin yöntemdir.
İleride bebek sahibi olmayı planlayanlarda yumurtalık dokusunu korumak gerekir. Bu gurupta gereksiz ameliyatlardan sakınılması esastır. Koruyucu yöntemler tercih edilir.
İnfertilite nedeniyle başvuran çiftler, bu durumları göz önüne alınarak değerlendirilir.
Tüplerin kapalı olmadığı olgularda aşılama denenebilir. Sonuç alınamayanlarda veya başka bir indikasyon varsa tüp bebek uygulanır.
Endometriozisin tüp bebek sonuçları üzerine olası olumsuz etkileri üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Yumurta ve embriyo kalitesi, implantasyon (tutunma) üzerine olumsuz bir etkisi olduğu kanıtlanamamıştır. Ancak toplanan yumurta sayısını düşürerek sonuçları etkileyebilir. En çok da çikolata kistlerine yapılan ameliyatlar yumurtalık zenginliğini azaltır. Bu nedenle eğer çift tüp bebek uygulamasına alınacaksa ameliyattan kaçınmaktayız.
HPV (Human Papilloma Virüs) cinsel yolla bulaşan hastalıkların en yaygın olanıdır. Dünya’da insanların ortalama %20’inde görülür. Türkiye’de ise %5 civarında olduğu gösterilmiştir. Bir insana ömrü boyunca HPV bulaşma ihtimalinin %80-90 kadar yüksek olduğu düşünülüyor.
Genellikle cinsel ilişki esnasında ten tene temas ve oral seks ile bulaşır. Eller ile genital organlar arasında karşılıklı ya da ortak kullanılan havlu, cinsel oyuncaklar gibi materyallerle bulaştığı da gösterilmiştir.
Bulaşdan sonra, 1-2 yıl içinde, kendiliğinden iyileşme yani vücuttan uzaklaştırılması olasılığı %90’dır. Bu bir iki yıl içinde bağışıklık sisteminin etkisi ile gerçekleşir. Ancak 20-30 yıl sonra tekrar aktive olması da mümkündür.
Yüzyirmiden fazla tipi vardır. Anüs ve genital organlarda hastalık yapan tipleri 40’dan fazladır. Bunların bir kısmı sadece siğile neden olurken bir kısmı serviks yani rahim ağzı, anüs, vulva, vajen, orofarenks yani boğaz ve penis kanserine neden olur. Amerika’da yıllık boğaz kanseri tanısı alan vaka sayısı,im ağzı tanısı alanlardan fazladır.
Bunun nedeni ilki için mümkün olan tarama testlerinin ikinci için mümkün olmamasıdır.
Siğillerin dış görünüşleri şüpheli ise veya tedaviye cevap vermiyorsa biyopsi yapılarak kanserden ayırt edilmesi gerekir. Değilse krem ve solüsyonlarla geçebilir ancak bu yöntemlerle tekrar etme olasılığı yüksektir. Bu nedenle laser veya elektrokoterle yakma ya da dondurma tercih edilir. Çok büyük olanların cerrahi olarak çıkarılması gerekir.
HPV’nin kansere yol açması çok yavaş işleyen bir süreçtir. Virüs önce çok küçük hücresel değişikliklere neden olmakta, kansere kadar ilerlemesi 15-30 senelik bir süreç almaktadır. Bu nedenle düzenli tarama testleri ile Smear testi ile başlangıç aşamasında yakalanıp tedavi edilebilir. Bu testler çok kolayca yapılan bilen PAP SMEAR testi ve HPV taramasıdır.
Bu konudaki önemli bir gelişme, HPV’ye karşı aşı geliştirilen aşılardır. Aşılar, en sık rastlanan 2-4 veya 9 tip HPV virüsüne karşı koruyucudur. Bunlardan Tip 16 ve 18 rahim ağzı kanserlerinin %70’inden, Tip 6 ve 11 ise siğillerin %90’ından sorumludur. HPV aşısı gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde rutin aşılama programına alınmıştır.
Kız ve erkek çocuklarının 9-13 yaş aralığında aşılanması önerilir. Amaç ilk cinsel birleşmeden önce aşının yapılmasıdır ancak risk altında olduğunu düşünen herkes her yaşta yaptırabilir.
Smear testi (PAP test) rahim ağzı kanserini ortaya çıkmadan çok önce tespit etmek için kullanılan bir tarama testidir. Rahim ağzından fırçayla süpürülerek alınan hücreler mikroskop altında incelenir. Prekanseröz yani kanser oluşmadan önceki lezyonlar görülüp tedavi edilir.
Rahim ağzı kanseri Human Papilloma Virüs (HPV) adı verilen ve cinsel yolla bulaşan bir virüsle yakından ilişkilidir. Rahim ağzı kanserine yakalanmış kadınların hemen hemen hepsinde bu virüse rastlanmaktadır.
Smear testlerine ne zaman başlanmalıdır?
Eskiden ilk cinsel ilişkiyi takiben başlatılması önerilirdi. Çünkü ergenlerin HPV virüsü ile ilk karşılaştıklarında lezyon geliştirme ihtimalleri erişkinlerden daha yüksektir. Ancak bugün bu lezyonların kendiliğinden iyileşme ihtimalinin de erişkinlerden yüksek olduğu anlaşmıştır. Gereksiz cerrahi girişimler faydadan çok zarar getirdiği için tarama testlerinin ilk cinsel ilişkiden 3 yıl sonra başlatılması, ancak 21 yaşından sonraya kalmaması tavsiye edilmektedir.
Hangi sıklıkta yapılmalı?
Kullanılan testin duyarlılığına ve kişinin risk faktörlerine bağlı karar verilmelidir.
İki etkili kurumun farklı kararları vardır. ACOG ( American College of Obstetricians and Gynecologists), kullanılan yönteme bakılmaksızın, 30 yaşından önce her yıl, 30 yaşından sonra ise art arda 3 normal sonuç olması koşulu ile 2 – 3 yılda bir yapılmasını önermektedir. ACS ( American Cancer Society ) ise likit bazlı testler kullanıldığında, 2 yılda bir yapılmasını önermektedir.
FDA ise, 30 yaşından büyük kadınlar için başka bir öneri getirmiştir. HPV taraması ve smear testleri normalse 3 yılda bir smear önermiştir. Bu durumda risk 1/1000’dir. Riskli kadınlar ise her yıl taranmalıdır.
Ne zaman bırakılmalı?
Daha önce düzenli smear yaptırmış olmak koşulu ile yüksek riskli bulguları olmayanlar 65 yaşından sonra tarama yaptırmayabilirler.
Polikistikover terimi ilk bakışta yumurtalık kökenli bir hastalık izlenimi bırakmasına rağmen, “Polikistik Over Sendromu-PCOS” hormonal bir sorundur.
Nedeni tam olarak bilinmemektedir ve komplekstir. Ailesel geçiş vardır. Ailede insülin direnci ve şeker hastalığına sık rastlanır.
Hastalığa ait genetik kodlar doğumdan itibaren taşınmasına rağmen, ilk belirtiler adetler başladıktan sonra görülmeye başlar. Özellikle kilo, hareketsizlik ve kötü beslenme semptomların ağırlaşmasına neden olur. Şikayetler doğurganlığın yüksek olduğu yıllarda belirgindir , otuzlu yaşların sonlarından sonra azalmaya başlar.
PCOS’lu kadınların doktora en sık başvurma nedenleri kıllanma, sivilcelenme, adet seyrekliği ve gebe kalamamaktır.
Tanıya götüren iki ana bulgu adetlerin seyrekleşmesi (yılda 8 kez veya daha az olur) ve kıllanmadır. Kıllanma yerine kanda androjen hormonunun artışı da tanı için yeterlidir. Androjen, kıllanmaya neden olan erkeklik hormonudur.
Yumurtalıklar, genellikle, normalden büyüktür ve yumurta sayısı normalden çoktur. Yumurtaların kenarlarda inci gibi dizilmiş görünümü tipiktir. Ancak tanı koymak için bunların varlığı şart değildir. Toplumdaki her 4 kadından birinin yumurtalığı polikistik görünümde olmasına karşın, her 10 kadından sadece biri gerçekten PCOS’lidir.
Teoriye göre direnç nedeni ile kandaki düzeyi artan insülin yumurtalıklardan salgılanan androjen hormonunun artmasına neden olur. Kıllanma, sivilcelenme, saçta erkek tipi dökülme olur. Yumurtalar düzenli olarak büyüyüp, çatlayamaz. Adetler seyrekleşir, gebe kalmak zorlaşır. Yaş ilerledikçe kalp-damar sistemi etkilenebilir. Yüksek kolesterolle birlikte hipertansiyon, ateroskleroz, koroner kalp hastalığı sık görülür. Tip II diabet riski artar. PCOS’li bir kadın şişmansa %10 ihtimalle şeker hastasıdır. Her yıl test yapıldığında %16’sının testinin bozulduğuna şahit olunur. Yıllık şeker taraması yapılması önerilir, bütün ailenin taranması daha doğru olur.
Düzenli adet olamamanın sonucu olarak rahim kanseri riski artış gösterir.
PCOS’da bütün şikayetleri ortadan kaldıran tek bir tedavi yöntemi yoktur. Ana şikayete yönelik tedavi yapılır. Örneğin gebe kalmakta zorluk çeken bir kadında tedavi yaklaşımı yumurtlatma, adetleri seyrek olanda ise aksine doğum kontrol hapları olabilir. Problemi başlangıcından çözebilecek önlemler insülin salgılanmasını azaltacak olanlardır. Egzersiz, kilo verilip vücuttaki yağ kütlesinin azaltılması ve gıdalarla alınan karbonhidrat miktarının kısılması insülin salgılanmasını azaltır. 5-6 kilo verilmesi ile adetler düzene girebileceği gibi bunların yaşam tarzı haline gelmesi, PCOS’li bir kadının ileri yaşlarda karşılaşabileceği kalp-damar problemleri ve şeker hastalığı riskinin azalmasını sağlar.
Tip 2 diabetli hastaların da kullandığı, insüline duyarlılığı artıran metformin benzeri ilaçlar özellikle infertilite tedavisine olumlu katkıları nedeni ile kullanılır.
PCOS’da cerrahi yaklaşım da vardır. Drilling adı verilen yöntemde yumurtalıklar üzerinde delikler açılarak yakılır, wedge rezeksiyon adı verilen yöntemde yumurtalıklardan kama şeklinde parça çıkarılır. Her ikisinde de yumurta sayısının azaltılması ile semptomların düzelmesi beklenir. Günümüzde wedge rezeksiyon pek yapılmamaktadır zira doku kaybı fazla olabilmekte ve ciddi yapışıklıklar olup, gebe kalmayı ayrıca zorlaştırabilmektedir.
Normal adet kanamaları 21-35 günde bir olur, 2-7 gün sürer. Uzun ve/veya fazla olan adet kanamalarına “Menoraji”, düzensiz aralıklarla olan kanamalara “Metroraji”, hem sık hem bol kanama olduğunda “Menometroraji” adı verilir.
Rahimden kaynaklanan anormal kanamaları ikiye ayırarak düşünebiliriz:
1) Yumurtlama düzensizliklerine (anovulasyon) bağlı olanlar.
2) Tıbbi bir hastalık veya jinekolojik patolojilere bağlı olanlar (Myom, polip, kanser gibi).
Anovülasyon, yumurtlayamama demektir. Yumurta büyür ancak çatlayamaz. Daha çok yeni adet görmeye başlayan genç kızlarda ve menopoza yaklaşan kadınlarda rastlanır. Polikistik overli kadınlarda da, altta yatan mekanizma farklıda olsa, anovulasyon söz konusudur. Bu nedenle gebe kalmakta zorlanabilirler. Anovulasyonun uzun yıllar süregelmesi rahim içzarında aşırı büyümeye neden olur. Düzensiz kanamalarla kendini belli eden ve hiperplazi adı verilen bu durum tedavi edilmezse kanserleşme riski taşır.
İkinci gruptaki başlıca patolojiler ise şunlardır:
– Endometrial hiperplazi ve kanser: Tanı biopsi ile konur. Özellikle 40 yaşından sonra görülen anormal kanamalarda ve rahim içi kanseri için risk taşıyan kadınlarda biopsi yapılır. Biopsi sonucunda atipi yani kansere ilerleyebilen lezyon yoksa hormonal ilaçlarla kolayca tedavi edilebilir. Atipi varsa kanserleşme riski olduğundan cerrahi ile tedavi etmek gerekir. Çocuk arzusu olanlarda yüksek doz hormonla ilaç tedavisi denenebilir.
– Myomlar ve polipler: Yer kaplayan kitlelerdir. Ultrasonla kolayca görülürler. Tedavileri cerrahidir. Uygun olanlar histeroskopi ile alınabilir. Bu yöntemde rahim ağzından bir kamera ile girilip polip/myom alınır. Genellikle hastanede yatmaya gerek kalmaz.
– Adenomyozis: Endometriumun rahim duvarına yayılmasıdır. Tanı koymak diğerlerine göre daha güçtür. Ultrason ve manyetik rezonans ile teşhis edilebilir.
– Kronik endometrit: Endometriumun iltihabıdır. Çok nadir görülür.
– Kanama bozuklukları: Pıhtılaşma ile ilgili sorunlardır. Özellikle genç kızlarda görülür. Kan testleri ile tanı konulur. Hematologlarla konsülte edilerek tedavi edilir.
– Tiroid hastalıkları ve hiperprolaktinemi: Kan testleri ile tanı konulur.
Bu değerlendirmeler yapılarken, üreme çağındaki kadınlarda en sık anormal kanama nedeninin gebelik olduğu unutulmamalı ve öncelikle bu olasılık ekarte edilmelidir.
Kadın üreme sistemi aylık ritimde çalışır. Menstrüasyonun (adet kanaması) başladığı gün adet döngüsünün ilk günüdür. Her dönem ortalama 28 gün sürer. Bu sürenin 7 gün uzun veya kısa olması normal kabul edilir. Her döngüde gebelik için hazırlık yapılır. Gebelik gerçekleşmezse adet kanaması başlar. 2-7 gün sürer. Bu bir dönemin bittiğini gösterirken yeni dönemin de başladığının habercisidir.
Aylık döngülerin kontrolü beyinde bulunan hipofizden salgılanan gonadotropin isimli hormonların etkisi altındadır. İki önemli gonadotropin vardır: Folikül stimülan hormon(FSH) ve Lüteinizan hormon(LH). Yumurta büyümesi ve yumurtalıklardan estrojen ile progesteron hormonlarının salgılanması bu hormonlarla sağlanır.
Adet dönemlerini daha iyi anlayabilmek için 2 bölüme ayırabiliriz:
1) Yumurtlamadan önceki dönem:
Adetin ilk günü başlar. Adet başında bir kaç milimetre olan yumurta, ortalama 24mm’ye kadar büyüyüp çatlar. Süresi kadından kadına ve bazen aynı kadında aydan aya değişebilir. Bu nedenle, adetleri düzenli olmayan kadınlar, ne zaman yumurtlama olacağını tahmin edemezler.
2) Yumurtlamadan sonraki dönem:
Yumurtlamadan sonra adetin tekrar başlamasına kadar olan dönemdir. Her kadında ortalama 14 gün sürer. Yumurta bu dönemde döllenip rahime tutunur. Adetleri düzenli olan kadınlar, adetin başlaması beklenen tarihten 14 gün önce yumurtladıklarını düşünebilrler.